Kategoriler
Şiirler

Mehmet Akif Ersoy – Hasta Şiiri

“Vak’a Halkalı Zirâ’at Mektebinde geçmişti”

Şanlı İstiklal Marşımızın yazarı olan Mehmet Akif Ersoy 1873 yılında dünyaya gelmiş ve 1936 yılında vefat etmiştir. Türk şair olan Mehmet Akif Ersoy şair olmanın yanı sıra aynı zamanda veteriner, öğretmen, hafız, vaiz ve siyasetçi idi. Vatan Şairi veya Milli Şair ünvanlarına sahip Mehmet Akif Ersoy’un birçok şiiri vardır. 1911 ila 1933 yılları arasında birçok şiir kitabı yazmış ve bu şiir kitapları bir araya getiren eseri olan Safahat en önemli eseridir.

Sponsorlu Bağlantılar

Bu şiirlerden biriside Hasta şiiridir. En güzel şiirlerinden birisi olan Hasta şiirinin son mısraları ise şöyle;

– Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada –
Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada!

Hasta Şiiri

“Vak’a Halkalı Zirâ’at Mektebinde geçmişti”
– Bence Doktor, onu siz soyarak dinleyiniz;
Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz.
Sade bir nezle-i sadriyyemi illet? Nerede?
Çocuğun hali fenalaştı son günlerde,
Ameliyata çıkarken sınıf on gün evvel,
Bu da gelmez mi? Dedim ” Kim dedi, oğlum sana gel?
Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan;
Hadi yavrum, hadi söz dinle de bir parça uzan.”
O zamandan beridir za’fi terakki ediyor;
Görünen: bir daha kalkınması artık pek zor;
Uyku yokmuş; gece hep öksürüyormuş; ateşin
Oluyormuş biraz dindiği
– Ben zaten işin,
Bir ay evvel biliyordum ne vahim olduğunu
Bana ihtara ne hacet, a beyim. Şimdi bunu?
Maamafih yeniden bakalım dikkatle:
Hükmü kat’i verelim, etmeye gelmez acele.
– Çağırın hastayı gelsin.
– Kapının perdesini,
Açarak girdi o esnada düzeltip fesini,
Bir uzun boylu çocuk… Lakin o bir levha idi..!
Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedi,
Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri.
Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri.
O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış;
Fırlamış alnı, damarlarla beraber çıkmış,
Betbeniz kül gibi olmuş uçarak nur-i sebab;
O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bitab!
O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi;
Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi!
Kafa yük gibi kesilip boynuna, çökmüş bağrı;
İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı.

– Otur oğlum seni dikkatlice bir dinleyelim…
Soyun evvelce, fakat…
– Siz soyunuz yok halim!
Soydu biçareyi üçbeş kişi birden, o zaman
Aldı bir heykeli urya-i sefalet meydan
Yok bu kemik külçesinin dinlenecek bir ciheti:
“Bakmasak hastayı nevmid ederiz belki” diye;
Çocuğun göğsüne yaklaştım biraz dinlemeye:
Öksür Oğlum… Nefes al… Oldu, giyin;
Bakayım nabzına… A’lâ… Sana yavrum, kodein
Yazayım, öksürüyorsun, O, keser, pek iyidir…
Arsenik hapları al, söylerim eczacı verir.
Hadi git, kendine iyi bak…

Sponsorlu Bağlantılar

– Nasıl ettin doktor?
– Edecek yok, çocuk artık yola girmiş, gidiyor!
Sol taraftan rienin zirvesi tekmil çürümüş;
Hastalık seyr-i tabiisini almış yürümüş.
Devri salisteki asarı o mel’un marazın
Var tamamiyle, değil hiçbir eksik arazın.
Bütün a’raz, şehikiyle, zefiriyle…
– Yeter !
Hastanın çehresi meydanda! İnsanda meğer
Olmasın his denilen şey… O değil, lâkin biz
Bunu “Tebdil-i hava” der de nasıl göndeririz?
Şurda üçbeş günü var… Gönderelim yolda ölür….
“Git!” demek, hem, düşünürsek ne büyük bir zuldür!
Hadi göndermeyelim… Var mı fakat imkânı?
Kime derd anlatırız? Bulsan a derde anlayanı!
– Sözünüz doğru, Müdür bey; ne yapı yapmalı; tek
Bu çocuk gitmelidir. Çünkü eminim, pek pek,
Daha bir hafta yaşar, sonra sirayet de olur;
Böyle bir hastayı gönderse de mektep ma’zur.
– Bir mubaşşir çağırın.

– Buyrun efendim.
– Bana bak :
Hastanın gitmesi herhalde muvafık olacak.
“Sana tebdil-i hava tavsiye etmiş doktor.
Gezmiş olsan açılırsın…” diye bir fikrini sor.
“İstemem!” de o fakat dinleme, iknaa çalış;
Kim bilir, belki de biçare çocuk anlamamış?
***
– Şimdi tebdil-i hava var mı benim istediğim?
Bırakın halime artık beni, rahat öleyim!
Üç buçuk yıl bana katlandı bu mektep, üç gün
Daha katlansa kıyamet mi kopar? Hem ne içün
Beni yıllarca barındırmış olan bir yerden.
“Öleceksin!” diye koğmak? Bu koğulmaktır. Ben,
Kimsesiz bir çocuğum nerde gider yer bulurum?
Etmeyin sokaklarda perişan olurum!
Anam ölmüş babamın bilmiyorum hiç yüzünü;
Sanki atîdeki mevhum refahım giderek,
Onu çalkandığı hüsranlar, içinden çekecek!
Kardeşim kurduğun amali devirmekte ölüm;
Beni göm hurfe-i nisyana, ben artık öldüm!
Hangi bir derdim için ağlıyayım, bilmiyorum.
Döktüğüm yaşları çok görmeyiniz; mağdurum!
O kadar sa’y-i beligin bu sefalet mi sonu?
Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu,
Çalışıp ömrümü çılgınca heba etmezdim,
Ben bu müstakbele mazimi feda etmezdim!
Merhamet bilmeyen insanlara bak, Yarabbi,
Koğuyorlar beni bir sail-i avere gibi!
– Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız.
“İstemem yollamayın” dersen eğer, kal, yalnız…
Hastasın…
– Hem Verem’im! Söyle, ne var saklayacak!
– Yok canım, öyle değil…
– Öyle ya herkes ahmak,
Bırakırlar mı, eğer gitmemiş olsam acaba?
Doğrudur gitmeliyim… Koşturunuz bir araba.

Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna
Dayanıp çıktı o biçare, sefalet yoluna.
Atarak arkaya bir lemba-i lebriz-i elem,
Onu teb’id edecek paytona yaklaştı “Verem”!
Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini,
Öptüler girye-i matem dökerek gözlerini;
– Çekiver doğruca istasyona…
– Yok, yok, beni ta,
Götür İstanbula bir yerde bırak ki; guraba,

– Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada –
Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada!

Sponsorlu Bağlantılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ne Nedir Vikipedi